ÇİN ZİNDANINDA ANLAM ARAYIŞI

Ozan Pekgoz

Abduveli Ayup, Doğu Türkistanlı bir eğitimci, Uygur Türkü bir münevver. Çoğu takipçisinin bildiği gibi 2013-2014 yıllarında soykırımcı faşist Çin’in toplama kamplarında 15 ay esir tutuldu. Gerçek suçu, altını çize çize Çin yasalarına uygun olarak nitelikli ilköğretim ve anadili seferberliği başlatmak, Uygurlara (Kazak ve Kırgızlara da) anadilde eğitimin yanı sıra Çince ve İngilizce öğretmeye kalkışmaktı.

Her faşist rejim gibi önce kendi kanunlarını çiğneyen Çin rejimi için stratejik hedef, gerginliği körüklemektir. Bunun için öncelikle Abdülveli Eyüp gibi eğitim yoluyla diyalog kurmak isteyen aydınları terörle suçlamak, susturmak ve ortadan kaldırmak gerekiyor.

Esaret günlerini kaleme aldığı “Çin Zindanında Doğu Türkistanlı Bir Aydın” adlı kitabı İleri Yayınları’ndan çıktı. Abdülveli Eyüp’ün tanıklığı, demir perde Rusyasından bile daha katı bir sızdırmazlık uygulayan Çin’in suçlarına dair önemli bir kaynak. Çin’in Doğu Türkistan’da insanlığa karşı işlediği suçların hem nitelik olarak, hem de nicelik olarak dünya tarihinde herhangi bir kıyası yok!

Ancak ben Abdülveli Eyüp’ün bizzat kendisinin ve milletinin başına gelen korkunç felakete yaklaşımında bambaşka bir cevher görüyorum.

Okuyarak bile sizi dehşete düşüren olayın kahramanı Abdülveli Eyüp’ün ‘Eyüp’ sabrı ve “insan kalma” dirayeti karşısında irkiliyorsunuz. Bu kesinlikle her insanın potansiyelinde olan ama maalesef çok dar bir azınlığın elde edebildiği bir zafer. Zafer diyorum, çünkü Abdülveli Eyüp gibi kahramanların bilinçli bir tercihle savaşıp kazandığı şey düşmana benzememek!

Bu kitabı en iyi, Viktor Frankl’ın “İnsan’ın Anlam Arayışı”nı okuyanların anlayacağını zannediyorum. Nazi esiri Frankl’ın -işinin ehli bir hekim olarak- toplama kamplarında kendi ruhunu terbiye edişini, insanı sorgulamasını ve hem teslimiyetçiliğe, hem de hodbinliğe sırt çevirip yine insana dönme arzusunu gerekçelendirdiği sayfaları tekrar okumuş gibiyim.

Frankl’ın, hepsine birden hâkim olamadığınız edebî, psikolojik ve felsefî göndermeleri elbette çok değerli. Ama kanımızdan ve canımızdan Abdülveli Eyüp hem dilimize, hem de gönlümüze dokunuyor. Frankl’ı anlamıştım. Fakat Abdülveli Eyüp’ü hissettim ve gözlerimden yaşlar döküldü.

Kötülükle değil, azimle ve umutla…

“Eğer o vakitler polislerin kandırmalarına ve korkutmalarına boyun eğip kendimi savunma durumuna düşmüş olsaydım tabii ki kendimi bir suçlu olarak kabul etmiş olurdum. Bu itiraf belki beni ağır cezadan kurtulmak için pişman olmaya, ikrar etmeye hatta ihbar etmeye bile götürmüş olacaktı.”

Çin Zindanında Doğu Türkistanlı Bir Aydın, s. 34

“Zalim düzen dışında her şeyi affettim; hatta Kaşgar’da ilk hapishaneye girdiğimde beni çırılçıplak soyarak işkence yapan, maymun gibi zıplatan, eşek gibi dört ayak üzerinde durmamı emreden ve bu durumu kahkahalar içinde izleyen polisleri de affettim.

Ertesi gün Urumçi’ye götürüldüğümde onlar yaptıklarına sanki pişman olmuş gibi konuşmuşlardı. İçlerinden biri “Devran döner de bir gün güç, bizim işkence yaptığımız bunun gibi insanların eline geçerse bizi de maymun gibi zıplatıp eşek gibi dört ayak üzerinde durdurur mu?” diye sormuştu. İçimden bu kadar da olsa düşünebildiğine sevinmiştim ve “Allah korusun, böyle zalimlik sizin hükümetinizle birlikte kül olsun da bize miras kalmasın. Sizin yaptığınızı biz de yaparsak bizim sizden ne farkımız kalır? Zalimlik insana yakışmaz. İnsan olan, birinden zulüm gördüm diye başka birine zulüm edemez.” diye düşünmüştüm.

Hapisten çıktığım gün kıldığım akşam namazında bunları tekrar düşündüğümü, tüm acımı ve kinimi hapishanenin pis kokulu ayakkabısını çöpe attığım gibi bıraktığımı hatırlıyorum.”

Çin Zindanında Doğu Türkistanlı Bir Aydın s.100

“Urumçi’de üç cezaevinde kaldım; hepsinde Hıtay yönetici, Uygur yardımcı. Tüm koğuşlar da Hıtay mahpus koğuş ağası, Uygur mahpus uşak. Hıtay emir veren, Uygur emri yerine getiren. Hıtaylar konuşkan, korkmaz ve risk alan; Uygurlar sessiz, korkak ve ihtiyatlı.

Koğuşta Uygur uşak Hitay koğuş ağasına yaranmak için Uygur mahpusları göstere göstere daha çok döverdi. Bunun nedeni eğer Uygur uşak Uygur mahpusları Hıtay mahpuslardan daha çok dövmezse Hıtay koğuş ağasına olan sadakati tam olarak ispat edememesiymiş. Kendisi Uygur olmasına rağmen Uygur mahpusları Hıtay mahpuslardan daha çok dövmesi, onun (uşağın) ne kadar millet tanımaz hale geldiğinin, ne kadar Çinlileştiğinin ve sahibine olan bağlılığının bir göstergesiymiş.”

Çin Zindanında Doğu Türkistanlı Bir Aydın s. 29-30